Sekizbucuk

Power Rangers Trendi’nin Zaferi!

İlk kurmaca arkadaşlarım olarak sayabileceğim Power Rangers (Mighty Morphin Power Rangers, 1993) üyelerini yazın sonunda kreşe başladığım için bırakmam hiç kolay olmamıştı. Hatta sırf bu yüzden kreş hocamın karşısında çığlık çığlığa çeşitli “karate” figürleri yaptığım da söylenmiştir.

Günler kısaldığı için eve giderken akşam karanlığına kalıyordum. Televizyonun karşısına oturduğumda ise bölümlerin ya son 5 dakikasına yetişiyor ya da hepsini kaçırıyordum. Bu yüzden iş başa düşmüş, eve dönüş yolunda kendi kurgularımı kafamda çekmeye başlamıştım: “Rita Repulsa ve Lord Zedd’in iş birliğinde gerçekleşen büyük çatışmalarda, Transformers Dinobotları ile PR Dinozordlarına crossoverlar yaptırarak önce Paw Patrollar savuşturuluyor sonra da bölüm sonunda beast fight yapılıyordu.”

Power Rangers, her şeyin öncesinde uyarlandığı bol “vurdu, kırdı”lı Tokusatsu (Japon aksiyonu) türü altında sınıflandırabileceğimiz Sentai Rangers (Kyōryū Sentai Zyurange, 1992)’tan gelen birçok geleneksel parçayı bünyesinde taşıyordu.

Dizi aynı zamanda, sayısını artık unuttuğumuz ve yer yer karıştırarak “o öyleydi, yok abi şu şöyleydi” diye tartıştığımız yan proje ve serilere (Turbo, Ninja Storm, Megaforce) ev sahipliği yapan azımsanamayacak sayıda karakterin ve oldukça iyi demonik referanslı süper kötü karakterin de isimlerini hafızamıza kazımıştı.

PR, 30’lu yılların ortalarından itibaren yükselişe geçen Giant Monster ya da daha geleneksel ve türe ihanet etmeyen adıyla Kaiju’ların getirdiği canavar furyasının fütüristik dev robot ve yaratıklarıyla, sevdiğiniz sayısız ögeyi bir arada görebileceğiniz bir topluluğu içerisinde barındırıyordu.

Tüm bu süreç içerisinde beni Green Ranger olan Tommy Oliver’ın White Ranger olarak geri dönmesinden daha fazla üzecek şey için ise 2017 Mart ayını beklemem gerekiyordu…

Fantastik-bilim kurgu tutkunları için ismini burada anabileceğimiz Almanac (2015)’ta da kamera arkasındaki isim olan Dean Israelite’in yönettiği ve ne yazık ki eski heyecanından uzak bir Power Rangers (2017) bizleri acımasızca karşılamıştı.

Filmin, bir süre önce izleme şansını yakaladığım ve kötü adam olarak zaten çok sevmediğim kanatlı kaçık Vulture (Micheal Keaton)’la karşımıza çıkan Spider Man: Home Coming (2017) ile aynı kaderi paylaşması üzücüydü. İki evrenin de birbiriyle alakası yok elbet, ancak yine de Power Rangers’ın genelde kız arkadaşlarımın günlüklerinin üstünü süsleyen Dawson’s Creek ve diğer 2000’ler başı gençlik dizilerinin bir sentezi olarak önümüzde durması büyük bir hayal kırıklığı oldu. Aslında önceki düşük bütçeli yapımlarla karşılaştırdığımızda şu an için daha zengin bir Power Rangers içeriği beklemek bence makul bir talepti.

Black Ranger Zack (Ludi Lin)’in Asyalı olması, Yellow Ranger Trini (Becky G.)’nin hispanik ve LGBT referansları, Blue Ranger Billy (RJ Cyler)’nin dışlanan üstün zekalı siyahiyi canlandırması ama yine hepsinin iplerinin Zordon (Bryan Cranston) aracığıyla erkek yasa dışılığından zevk alan oyun kurucumuz/white supremacy’nin merkezi Jason (Dacre Montgomery)’a verilmesi sanki post-Obama döneminin habercisi gibiydi.

Kısacası filmin tek güzel tarafı, yer yer robot sarkazmı yaşatan üslubuyla yeni Alpha 5 (Bill Hader) ve Zordon’un diyalogları olduğunu söyleyebiliriz.

Twilight’ın çıktığı dönemdeki endişemi izninizle yineliyorum. Vampirlerin aristokrasinin tozlu ve centilmen kalelerinden başlayıp, karanlığın içindeki muhteşem ucubelerle süren tarihinin beyaz lümpen gençlik kültürünün etkisinde kalması halen belirgin olarak karşılaştığımız bir durum. Bu aynı zamanda abartılmış yeni re-makelere maruz kalmamıza neden oluyor ve durum böyle devam edeceğe benziyor.

Deniz Cansever

Filmin Fragmanı

https://www.thenousdigital.com/yt/getvideo.mp4?videoid=5kIe6UZHSXw&format=ipad